Aziz, Sıddık Kardeşlerim! Kastamonu’da ehl-i takvâ bir zât, şekvâ tarzında dedi: “Ben sukut etmişim. Eski hâlimi ve zevkleri ve nurları kaybetmişim.” Ben de dedim: Belki terraki etmişsin ki; nefsi okşayan ve uhrevî meyvesini dünyada tattıran ve hodbinlik hissini veren zevkleri, keşifleri geri bırakıp, daha yüksek makama, mahviyet ve terk-i enaniyet ve fâni zevkleri aramamak ile uçmuşsun. Evet, bir ehemmiyetli ihsân-ı İlâhî; ihsânını, enâniyetini bırakmıyana ihsas etmemektir.. tâ ucub ve gurura girmesin. Kardeşlerim! Bu hakîkata binâen, bu adam gibi düşünen veya hüsn-ü zannın verdiği parlak makamları nazara alan zâtlar, sizlere bakıp içinizde mahviyyet ve tevazu ve hizmetkârlık kisvesiyle görünen şâkirdleri âdi, âmi adamlar görür ve der: “Bunlar mı hakîkat kahramanları ve dünyaya karşı meydan okuyan? Heyhat! Bunlar nerede, evliyâları bu zamanda âciz bırakan bu kudsî hizmet mücahidleri nerede!” diyerek dost ise inkisar-ı hayâle uğrar, muârız ise kendi muhalefetini haklı bulur. Said Nursî Aziz, Sıddık Kardeşlerim! Sizin hapis meyveleriniz, benim nazarımda firdevs meyveleri gibi hoştur, kıymetlidir. Benim sizler hakkında büyük ümidlerimi ve dâvalarımı tasdik ve tahkik ettiği gibi, tesanüdün kuvvetini pek güzel gösterdi. O mübârek kalemler birleştikçe, üç-dört eliflerin birleşmesi gibi, üç-dört yüz kıymetini bu kadar ağır tazyikat altında izhâr eyledi. Ve bu müşevveş şerait içinde vahdetinizi muhafaza eden hâlet-i ruhiye, dünkü dâvamı isbat ediyor. Evet, -temsilde hatâ yok- nasılki büyük bir veli, küçük bir ashab kadar hizmet-i İslâmiyede Ehl-i Sünnetçe mevki almadığı gibi, aynen öyle de: “Bu zamanda hizmet-i îmaniyede hazz-ı nefsini bırakıp ve mahviyet ile tesânüd ve ittihadı muhafaza eden bir hâlis kardeşimiz, bir velîden ziyâde mevki alıyor.” diye kanâatım gelmiş ve siz dâima bu kanâatımı takviye ediyorsunuz. Cenâb-ı Hak, sizlerden ebediyen râzı olsun, âmin! Kelimenin manası için üzerini çift tıklayınız. | |||